O gecenin, devasa uzay gemisi ikarustaki diğer gecelerden hiçbir farkı yoktur. Ta ki o büyük felaket gerçekleşene ve İkarus yakınlardaki bir gezegene düşene dek. Elli bin yolcu kapasiteli gemiden yalnızca iki kişi kurtulmuştur: Evrenin en zengin adamının kızı Lilac LaRoux ve genç bir savaş kahramanı olan Binbaşı Tarver Merendsen.
Binbaşı Merendsen, Lilac gibi kızların insanın başına beladan başka bir şey getirmediklerini uzun zaman önce öğrenmiştir. Lilac da, Tarverın kendi iyiliği için, onu kendisinden uzak tutması gerektiğinin farkındadır. Ama ıssızlığın ortasında hayatta kalabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır.
Açlık, soğuk ve vahşi hayvanlara bir de Lilacın duyduğu fısıltılar eklenince birbirlerine güvenmekten başka çareleri kalmaz. Ne var ki çok geçmeden, onları birbirlerinin kollarına iten bu trajediden büyük bir aşk doğar. Artık kurtulup kendi gezegenlerinde bir ömür ayrı kalmaktansa düştükleri bu ıssız gezegende birlikte olmayı tercih ederler.
Ama her adımda onları takip eden gizemli fısıltıların ardındaki gerçeği öğrenmeleriyle her şey bir anda değişir. Lilac ile Tarver o gezegenden ayrılsalar bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Nefes kesen bilim kurgu üçlemesinin ilk kitabı, Benim Uzak Yıldızım, zaman ve mekân tanımayan sonsuz bir aşkın hikâyesi…
Titanicvari bir kitaptan daha herkese merhaba :)
Konumuzdan kısaca bahsedeyim diyeceğim ancak arka kapak yazısı zaten durumu kısaca özetlemiş, ben direk atlıyorum kişisel yorumuma :)
Sanırım Go kitaptan çıkan bir kitabı ilk defa bitirirken zorlandım çünkü okurken ciddi anlamda sıkıldım çoğu yerde.
Düşen uzay mekiğinden kurtulan sadece ikisi ve zaman geçtikçe düştükleri evrenden fısıltılar, yeniden oluşan maddelere şahit olurlar.
Ben genelde aslında böyle yolculuk hikayelerini okurken -yani enkaza ulaşmaya çalışmaları aşamasından bahsediyorum- hiç sıkılmam. Çünkü karakterlerin adımını attığı her yerde başlarına gelen maceralar o yolculuğu ilginç kılar. Burada da elbette birtakım olaylar oluyor ancak benim için enkaza ulaşmalarını kapsayan o yürüyüşleri pekte istediğim tempoda gitmedi.
Kitabın yarısında falan zaten Lilac'ın suratına bir tane patlatmak istiyorsunuz sırf onu kendine getirtebilmek için :)
Tarver'ı ise genel olarak sevdim. Ancak ikilinin ilişkileri bana biraz tuhaf geldi. Şöyle ki hani birbirlerinden uzak duran soğuk iki tip sonra bir baktım ki mağaraya vardıklarında yüksek bir tutkuya dönüştü :D Ardından birden seni seviyorumlar geldi.
İtiraf ediyorum yayınevi kitabın kapağını duyurduğu zaman konusu hakkında pek bir fikrim yoktu. Ancak yayınevini sevdiğim için hiç tereddüt etmeden internet ortamında yabancı fanların düşüncelerini araştırmadan direk sepetime eklemiştim. Hani şimdi diyorum keşke birkaç yorum baksaymışım en azından bu kadar aceleye getirmemiş olurdum kitabı.
Çalıştığım malumunuz ona rağmen kitabı 2 gün içinde bitirdim. Ama hani 250lere geleseye kadar zaten öyle robot halinde okudum ki.. Çünkü biraz fazla sıkıcıydı ve hikaye monoton olunca benim de kitabın içine girmem maalesef çok zamanımı aldı.
Zaman zaman beğendiğim yerler de elbette oldu. Ama temelinde böyle bir konusu olan kitaptan insan ister istemez daha çok şey bekleyebiliyor.
Kitabın sonu ise açık bitse de en azından ikilimizin yollarının ayrılmamasına çok sevindim :)
Vee spoiler olacağı için konuyu tam yazamıyorum ama okuyan arkadaşlarım eminim neyden bahsettiğimi tahmin ederler, 2. kitapta Lilac'ın durumunun nasıl o hale geldiğini ve o durumdan kurtulduğunu tam anlamıyla derinlemesine açıklamasını istiyorum şahsen. Tamam enerji durumu eyvallah ama daha sağlam kanıt lazım bana :D Sonra o da çiçek ve matara gibi olmasın çünkü :/
Yani genel olarak kitabımız ortalama bir kitaptı benim için. Okuyun ya da okumayın demiyorum, karar sizin :)
Orjinal Adı: These Broken Stars
Sayfa Sayısı: 520
Goodreads Puanı:3,96
Benim Puanım:3
Sonunda pes edip "Dinlenmek ister misin?" diye sordum. Güneşin tepeye doğru inişine baktığımı fazla belli etmemeye çalıştım. Güneş battığında dışarıda olmak istemiyordum. Karanlıkta bileğini kırmadan yürümeye uğraşan bu şımarık çocukla ormanda ilerlemek yeterince zordu zaten.
Soruyu tarttı, sonra başıyla onayladı ve saçlarını ait oldukları yerde toplamak için, elini başına götürdü. "Nereye oturacağım?"
Oturmak mı? Buraya kadar sizin için cebimde taşıdığım şu rahat şezlonga elbette, Majesteleri. İyi ki sordunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder